Loading...
Hayatım bir noktadan sonra öyle hızlı akıp gitmeye başladı ki, geriye dönüp bakmak; bir daha dönmeyeceğin o tozlu, topraklı yolun aklımdaki imgesi, bana korkunç bir melankoliyi çağrıştırır oldu. Acaba orası hüzünlerle dolu olduğu için mi? Ben hüzünle dünyaya baktığım için mi? Ayırt edemiyorum. Bugün en uzun gecede odamı toparlayıp birçok gereksiz şeyi atmak ve daha az yükle yoluma devam etmek istedim. Faturalar, yarı kullanılmış ama önemli şeyler karalanmamış not defterleri, birkaç kağıt parçası, ve belki bir şişe kapağı ya da mandalina kokulu bir mendildi bunlar. Hepsi bir kutunun içine hapsedilmişti. Farklı zaman dilimlerinde, farklı insanlar arasında hayatıma girmişti. “Bir gün bakıp anımasayacağım” da denmişti ama… Sıra o kutuyu düzenlemeye geldiğinde, içimi hemen bir huzursuzluk kapladı. Hiç açmamalı belki de? Belki de olduğu gibi çöpe atmalı. Fakat illa ki güzel anılar da saklamıştım onun içine. Kutuyu açtım, içerisinde artık görüşmediğim, öyle ya da böyle aramın açıldığı, kimi beni istemeyen ya da artık benim istemediğim kimselere ait küçük anılar vardı. İçinde gözyaşı olanlara baktım, çok daha fazlaydı. Artık onları görmek benim için hiçbir hissi anımsatmıyordu. Bazıları geçtiğim yolun tozu toprağı arasına karışmıştı. Ne diye onları saklayacaktım ki? Örneğin lisede bir arkadaşım bana küçük bir not bırakmış. Hatırladığım kadarıyla, söylediğim bir şarkının ardından, şarkının sözlerini yazıp bana vermişti. “Bu güzel bir anı.” Demiştim, ve yıllarca saklamışım. O, o an sadece kendinden bir parça bulmuştu şarkıda, -şarkılar hani hepimizin ortak şeyler bulacağı bir dildir ya- Ben ise aklımda bambaşka şeylerle söylemiştim o şarkıyı. O ise bambaşka hislerle kendi hayatını bulmuştu aynı şarkıda. Yani bu anının, öznesi, müzik insanları bir araya getirir? Yani napmak lazım bu anıyı, atmalı mı, yoksa yeni bir anlam yükleyip saklamalı mı? Zaten hep takıldığımız ikilem bu. Kal, ya da git. “Geçmişteki anı parçalarına değer işleyip onlara mücevherlermişçesine bakıyoruz. Ya da siliyoruz hafızamızdan. Onları değeri, bizim verdiklerimizden ibaret. Benim içinse, mücevherler, şu anda var olan ve bana parlayan yıldız ışıkları. Geçmişimle kurmaya çalıştığım her bağ, taşımaya çalıştığım her bir mücevher, yoluma yük olmaya başladı. Fakat zaten yıldızlar varken hiçin ihtiyacımız var onlara? Vefa, ya da sanırım ileriye dönük duygusal bir yatırım bu. Yani biri gelip “nerede benim mücevhelerim?” diye hesabını sorarsa bir gün diye. Sevgili dostum, senin mücevherin sensin. Sen burada isen kimi arıyorsun ki? Mesela sonsuza kadar yok olmuş olsa biri, düzeltelim: Hani alemimizden bir yıldız kaysa. O kayan giden yıldızın parlaklığını, hangi mücevher taşıyabilir ki? Anı taşımak da böyle işte, onları canlandırmaya sadece gözyaşlarımın gücü yeter. Bende bıraktığın izin varlığını ben nefes aldıkça koruyor, uzaktan ta derinliklerden bakıp göz kırpıyor bana.